Ceren Sözeri
Kobanê davasında çıkan kararların, Akit hariç, gazete ilk sayfalarında bu kadar küçük görülmesi ve neredeyse hepsinde “Kobanê davasında ceza yağdı” başlığıyla verilmesi şaşırtıcı. Oysa Yeni Şafak henüz karar açıklanmadan Yasin Börü’nün mezarının fotoğrafını hazırlamıştı. Olmadı, en ağır cezaları alan Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş dahi 6-8 Ekim Kobani protestolarında ölümlerden sorumlu oldukları suçlamasından beraat etti. Sadece Yeni Akit bu beraati görmeyip kendi “iddianamesi” ve “kararlarıyla” yine diğerlerinden ayrıldı. Ve Kobanê Davası’nın bir siyasi intikam davası olduğu gün gibi açığa çıktı. İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan “Hesabı sorulur demiştik!” diye başladığı mesajında Demirtaş’a gönderme yaparak niyeti adeta itiraf etti. Alp Altınörs’ün örneğin, yalnızca tweet attığı için 18 yıl ceza alması, AİHM kararlarının yok sayılması, dönüp dolaşıp sokağın ne kadar tehlikeli olduğunun hatırlatılması, Kobanê’de insanları IŞİD’in elinden kurtarmak için başlayan eylemlerin, 17-25 Aralık’a, 15 Temmuz’a bağlanması, uluslararası destekli bir darbenin parçasıymış gibi gösterilmesi binlerce sayfalık iddianameyi ve verilen orantısız kararların savunulmasını güçleştiriyor. Cem Küçük bile ceza alanların değil Murat Karayılan’ın o dönemki açıklamalarını, arayıp bulduğu sitelerden kimin söylediği belli olmayan sözleri alıntılayıp, şiddetle bağlantısını yan yollara saparak kurmaya çalışıyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un, Bülent Turan’ın aksine “İstinaf ve temyiz süreçlerini bekleyeceğiz” diyerek daha itidalli yaklaşması kararların biraz korkak adımlarla alındığının bir işareti. Ne olursa olsun, verilen cezalar Türkiye’nin siyasi geleceğini etkileyecek ve iktidar koalisyonu şu sıralar bunu kontrol edebilecek güce sahip değil. Zor, bir yere kadar, ortada bir halk var, barış içinde yaşamak isteyen, ne Yasin Börü ne de başka çocuklar ölmesin diyen, iktidarın “terör sevicisi” diye kriminalleştirmesinden korkmayan koca bir halk.
Gazete manşetlerinde Kobanê’ye ayrılmayan yer, bir başka soruşturma tarafından işgal edilmiş durumda ve iktidar koalisyonunun korkusunun kokusu esas oradan yayılıyor. Ayhan Bora Kaplan’ın gözaltına alınmasıyla başlayan, yeni bir “darbe” endişesini dile dolayan, Saray’da gece yarısı zirvelerine yol açan bu soruşturma yalnızca iktidar medyasında değil muhalif diye etiketlenen medyanın da gündeminde. Emniyet’te olup bitenler, gözaltına alınan emniyet müdürleri, o delik kapandı sanılırken Sinan Ateş cinayetine dair sızan yeni görüntüler, bilgiler bir çözülmenin işareti olarak okunabilir. Ama tabii bu köşede okunmaz, bu konuda tecrübeli nice muhabirler var. Bu köşeyi ilgilendirense bu çözülmeden medyaya kesilen fatura. Sabah gazetesinde perşembe günü neredeyse bütün köşe yazarları Emniyet’teki bu kargaşanın nedenini anlatma çabasına girişmişti. Bazılarında isim vererek bazılarında vermeden en önemli hedef T24 haber sitesi ve tabii polis adliye muhabiri Tolga Şardan. İsim vermeyenler “fondaş medya”, “yabancı fonlarla beslenen medya” gibi tarifler kullanıyorlar. Doğan Akın, ülke gündeminden çok sanırım T24’ün finansal kaynaklarını anlatmaya çalışmaktan yaşlandı. Bir medyanın fon almasının meşru olup olmaması tartışması bir yana, eğer bir haber sitesi “fon almıyorum” diyorsa, ona bu etiketi yapıştıranlar da fon aldığını ispat edemiyorsa, o zaman bu çok savundukları dezenformasyon yasası kapsamına girmez mi? Belli ki giderek zayıflayan iktidar ittifakı bazı gazetecileri, ki bence bunlar arasına yandaş bildiklerimiz de olabilir, tehdit olarak görüyor. 9. Yargı paketinden sızan “etki ajanlığı” düzenlemesinin nedeni tam olarak bu. Zaten Sabah gazetesinden Dilek Güngör bunu açık açık yazmış. Yeni Şafak’ta Aydın Ünal’ın abartılacak bir şey yok “Emniyette üç-beş üst düzey personel arasında küçük çaplı bir ‘vekâletler’ çekişmesi yaşanıyor” dese de Dilek Güngör Ankara’nın toz duman olduğunu, bu operasyonun bir de medya ayağı olduğunu savunuyor. Ayhan Bora Kaplan’dan Dilan-Engin Polat’a tüm bilgiler, özel haberler Güngör’e göre “Batı’dan fonlanan gazetelere-gazetecilere sızdırıl”mış. Fon kısmı bir yana Güngör’e sızdırılsaydı haber yapabilecek miydi? Yapmazmış çünkü: “Amaç Türkiye’ye ‘kara para, mafya devleti’ gömleği giydirmekti. Dışarının algısını bu şekle büründürmekti. Başarılı da oldular” diyor. Güngör’e göre Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Yönelik Mali Eylem Görev Gücü’nün Türkiye’yi gri listeye alması da gazetecilerin suçu. 28 Şubat’a, 17-25 Aralık’a bağlayarak kestirmeden sonuca geliyor “Ve de bir an önce TBMM’ye sunulmaya hazırlanan 9. Yargı Paketi’nde yer alan ‘etki ajanlığı’ düzenlemesi çıkar. Sanırım, şimdi ve önümüzdeki dönemde en çok bu düzenlemeye ihtiyacımız olacak!” Güngör başarısız gazeteciliği yüzünden polis çağırıyor diye takılacağım ama polis kısmı da belli ki karışık. İktidarın zayıf karnı medyası, hemen her virajda savruluyor.
*Bu yazı Evrensel’den olduğu gibi alınmıştır, hiçbir değişiklik yapılmamıştır.